Saat 5.00, yeni günün ilk treni… Benim son trenim…
Norwich’te bensiz bir gün başlıyor, güneş yumuşacık renklerle ufukta kendini gösterirken ben gidiyorum. Ey benim güzel yaz aşkım, ben senden gidiyorum, belki de bir daha hiç dönmemecesine gidiyorum. Biliyorum şehirler unutur, ben de mahkumum unutulmaya ama bil ki sen hiç unutulmayacaksın, bundan sonra hep benim parçam olarak kalacaksın.
Söz verdim ağlamayacağıma dair ama hareket etti ya tren, istasyonun son ışıkları kaldı ya geride, bir ağırlık çöreklendi yüreğime, boğuldum, sanki nefesimi de geride bıraktım. Ah be güzel şehir, seni bir daha görmeme ihtimali öyle keskin bir acı ki, ciğerlerimi yakıyor, yoruyor.
Sende bulduğum huzurun sebebini anladım, öyle sakinsin ki sen, bomboş sokaklarınla, temiz havanla ve karanlık gökyüzünle, kendimi dinleyebiliyorum sende, zihnim yorulmuyor, başka seslere kaymıyor, sadece sen ve ben olabiliyoruz, hiç rahatsız edilmeden oturup uzun uzun konuşabiliyoruz. Bu mutlak huzura bakmaya bir türlü doyamıyorum, sanırım ışıklardan arınmış bir yerde yaşamak en büyük hayalim benim, belli bir saatten sonra net karanlığın çöküşüyle kaybolmak, uğultudan temizlenmiş, ışıl ışıl bir gökyüzünün altında, yeryüzünde saklanabilmek… Galiba bu yüzden sevdim seni, bu yüzden gitmek bu denli zor.
Akıp gidiyor ağaçlar, evler; geride kalıyor koca bir sene, ben yeni bir maceraya açılacak olan bu trendeyim, koca dünyada küçücük bir nokta olarak burada varlığım, kelimelerim burada, anılarım burada, ruhum burada ve burada olduğumu bilenlerin yanına gidiyorum, burada olduğumu önemseyenlerin yanına gidiyorum. Üniversiteye ilk başladığımda gidilecek yolların bitişini bekliyordum, 40-45 dakika feribot sonra 1 saate yakın minibüs… Artık anlıyorum ki gidilmesi gereken yollar hiç bitmiyor, ve öğrendim ki yaş ilerledikçe gidilen yollar uzuyor, maceralar büyüyor, öğretiler artıyor, her zaman varılacak bir ev, bir kalp, çıkılacak maceralar, keşfedilecek şehirler oluyor… Ne zaman yorgun hissetsem yolculuklarda ve sabırsız, kendime her yolun sonunda bir yaş daha alındığını söylerim, aceleye gerek yok, ne zaman sona ulaşılsa yeniden yeniden açılıyor bir başka kapı, bir başka vesayet beliriyor. Elbet gelecek o son vesayetin zamanı da, o zamana kadar yollardan keyif almak gerek.
Böyle kafanı kaldırıp gökyüzüne bakınca bütün şehirler aynı, masmavi bir gökyüzü ve bembeyaz bulutlar, her yerde yağmur aynı yağıyor ve güneşle ay hep birbirini kovalıyor ama sen farklı bakıyor, farklı görüyorsun, renklere, şekillere, günün ilk ışıklarına, yıldızlara bambaşka anlamlar biçiyorsun, sen her şehirde bambaşka biri oluyorsun.
Ey Norwich, bilmem bir daha varacak mıyım sana ama sen bana varacaksın, yarın mesela ve sonraki gün, ve ondan sonraki gün de… Sen hep bende olacaksın. Seni paylaşmak istediğim biri daha var aslında, belki onunla geliriz bir gün, uzun uzun anlatırım seni, uzun uzun yürürüz sokaklarında, yine bir kahveni içeriz, göğüne birlikte anlam biçeriz. O zamana kadar kendine iyi bak, mutlu ol, iyi ol, huzurlu ol… Sen bende hep böyle kalacaksın.
Ah canım sevgilim bu bir veda. Sıcak bir yaz değildi, sen ne anlarsın sıcaktan ama güzel bir mevsimdi birlikte geçirdiğimiz. Senden vazgeçmek zorunda olduğumu bile bile aşık oldum sana ve her halinle sevdim seni, gerçi her halini göremedim ya, yine söylüyorum; görsem belki de nefret edeceğim, belki de niye dokundum ki sana en başından diyeceğim, neden bana dokunmana izin verdim… Ama işte öyle ya da böyle yaşandı bir şeyler, kendimden bir parça bıraktım sana, sakladım kaldırım taşlarından birinin altına, bir ağacın yapraklarına, toprağına gömdüm, göğüne astım, ve eksik kalmamak için senden bir parça kopardım, kokundan, ruhundan, kuşlarının cıvıltılarından… Artık ikimiz de tamız, birbirimize bağlıyız, gerçi sen koca şehirsin, belki sendeki benden vazgeçebilirsin ama ben sen olmadan ben olamam artık.
Bu veda gözyaşlarına sebep ama içimde kalmadı bir şey, söyleyeceklerimi söyledim, yapmak istediklerimi yaptım. Elbet daha olsaydı vaktimiz, nice keyiflere varırdım, girmek istediğim daha nice sokağın, görmek istediğim nice tiyatron vardı, bir dahaki sefere belki? Bir daha sefere?
Ah canım sevgilim bu bir veda. Yaz bitti ve zaman geçiyor, kış çağırıyor, artık gitmek zorundayım. Büyüdüm, yaş aldım, senden alacaklarımı aldım, gidiyorum. Bir daha gelsem de artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak biliyorum, bir daha eskisi gibi sevemeyeceğiz, bundan sonra basit bir turistim artık, eskisi gibi bol olmayacak zaman, geçip gitmek üzerine kısa bir merhaba sohbeti ve yine bir ayrılık. Zaten biz ta en başından birbirimiz için yaratılmadık.
Ah canım sevgilim bu bir veda, serinletici ve rahatlatıcı bir durak oldun hayatımda, teşekkürler. Sana varmak ve sende konaklamak güzeldi, sen güzeldin, hep güzel kal, ben güzelliklerinden bana bahşettiklerini güzelleştirmeye çalıştığım bir başka şehirde yaşamaya gidiyorum, belki ona seni anlatsam biraz örnek alır, biraz düzelir evliliğimiz, birlikteliğimiz mecburiyeti aşar ve onu da sevebilirim, bir umut o da sever beni.
Canım sevgilim bu bir sondu, bir şeylerin sonuydu, bir gidiş, bir terk ediş… Bu koca bir senenin kapanış müziğiydi. Bu bir veda yolculuğuydu, canım acıya acıya ve bu acıdan keyif ala ala veda ettim sana. Görüşürüz diyemiyorum, dedim ya; bir daha hiç gelememek var ufukta, o yüzden bir daha görüşene kadar elveda.
Her şey bu bir yaş alma macerası dememle başladı…
Bu bir yaş alma macerasıydı…
——
Bu şehre olan vefa borcumdu belki de yazdıklarım ama dönüşümü anlamlı kılanlara da teşekkür etmek lazım… Canım ailem; döndüğüm yerde siz olmasanız ne anlamı olurdu bu yolculuğun, bu yolculuk mümkün olur muydu ki zaten, ben ben olur muydum, varlığım olur muydu… Ve sen canım, canımın canı; şimdi birlikte birlikte keyfine varacağımız bir macera başlıyor, bizim maceramız başlıyor.