İngiltere’ye veda günlükleri… Bu bile kendi içinde bir başlangıç. 1/5
Her şey bu bir yaş alma macerası dememle başladı, saatler önce havaalanına varmama rağmen kaçırdığım uçağın ardından…
Ve işte bu bir son yolculuk, bu bir veda yolculuğu… Vedam bir şehre değil, elbet bir gün yine bu sokaklar bana açar kapılarını; vedam daha dün başlamış gibi hissettiren koca bir döneme, öğrenciliğime, bundan yalnızca bir sene önce heyecanla ve tedirginlikle adımımı attığım, başarıyla çıktığıma inandığım bir teste; vedam bu yıl aidiyetlik verdiğim her şeye, kendime kattığım ve kendimi kattığım her şeye, her yere, herkese…
Evet, kendimi kattım bu şehre, bu şehir de bana katıldı. Sokaklarında yürüdüm, ezberledim, kafelerine oturdum, her bir fincan kahvesi dokundu kalbime, ruhu ruhuma dokundu. Yavaş yavaş tanıştık, yavaş yavaş ısındık birbirimize, daha neler neler planlamıştık ama vakit geçiyor işte, zaman tutulmuyor ki elle. Daha bilmediğim, geçmediğim onlarca sokağı vardır elbet, ama her aşkta olur sevgilinin bilinmeyen bir tarafı, sana hep gizli kalan ve bu gizemiyle seni çeken tarafı, keşfetme arzusunu yitirince bir ilişkiden geriye bir şey kalır mı?
Bu veda unutmamak üzerine, bu veda hep sevmek üzerine, hep minnet duymak üzerine. Zaten hiç anlayamamışımdır eski sevgiliyi unutma çabalarını. Unutmak benim güzel arkadaşım, mümkün değildir ki; kim kimi unutabilmiş bu güne kadar?! Unutmayacaksın, öğreneceksin zamanında sokaklarında yürüdüğün bir kalbin sende bıraktıklarıyla yaşamayı, öğrenmeyi öğreneceksin, teşekkür edebilmeyi ve bir sonraki seferde daha iyi bir ilişki için adım atabilmeyi. İşte bu yüzden bu veda, bir gün daha iyi yerlere gelince geri dönüp anıları yad etmek üzerine.
Bir başka ülkede olmak eve dönebilme umuduna katıldığında güzeldi, o yüzden ne yalan söyleyeyim bu ilişki bana çok acı vermedi. Güzeldi işte, her deneyim sen yaşamayı bildiğin zaman güzelleşiyor, sana çok şey katıyor, ileriye taşıyor. Ama biliyorum özleyeceğim çünkü bir başka ülkenin sokaklarını sevmeme özgürlüğü yalnızca oralarda yürüdüğünde hissediliyor, terk edince o hep eksiklerini gördüğün yerleri, ait olduğun -ait olmak zorunda olduğun- şehirlerle kıyasladığında her seferinde kaybeden yerleri, yüreğine bir hasret çörekleniveriyor.
Bu şehir, benim ait olmak isteyebileceğim bir yer, henüz şehrini bulamamış biri olarak, şehrim diyebileceğim bir yer ama içten içe asla şehrim demeyeceğimi bildiğim yer aynı zamanda. Çok güzel, üzerine kitaplar yazılacak kadar güzel, ki yazdım da ama ama çok da eksik, öyle eksik ki acıtıyor canını, güzellikler güzellik, mutluluklar mutluluk, keyifler keyif olmuyor, yüreğinde kocaman bir eksiklik kalıyor ve hislerini bile sahiplenemiyorsun.
Bu şehir benim hikayemi yaşayamacağım ama üzerine hikayeler yazacağım bir şehir. Bu şehir hep içimde taşıyacağım bir şehir, ne yazık artık o beni taşıyamayacak, bir insan daha hafifliyor bu vedayla. Unutacak beni, o hep oturduğum masaya başkaları gelecek, içtiğim kahveyi bile ezberleyen baristanın aklından silinecek çehrem, zar zor adımı ezberleyip dilleri döndüğünce söyleyebilenlerin aklından zamanla uçup gideceğim. Benim hiç unutmayacağım sokaklar, kelimelerime benimdi, diye anlatacağım masalar yokluğumu hissetmeyecek bile. Bilmem bu unutkanlığı şehrin, kendini temizleme güdüsü mü yoksa zaten bir daha asla temiz olamayacak derecede kirlendiğinden mi çoktan?
İnsanlar şehirlere neden aşık olur anlayamamışımdır hiç; dişini tırnağına takıyor, her gün koşuşturmaca içinde bir şeyler koparmaya çalışıyorsun, yoruluyorsun, bu ilişkide seven taraf nasıl oluyor da sen oluyorsun; şehir hep aldatıyor, sana bir türlü huzur vermiyor, hep bir telaş, hep bir geç kalmışlık hissi? Gözlerimi kapayıp dinliyorum hep bir kalabalık, hikayeleri, sohbetleri ayrıştıramıyorum bazen, gücüm üzülüyor. İstanbul hep kaçıp kurtulmak istediğim bir evlilikti bu yüzden belki de, hani bir hata yapıp birlikte oldun, mecbursun artık, dönüp dolaşıyor oraya gidiyorsun, bir şekilde oraya kurulmuşsun ama şansın olsa, donuna kadar almayacağını bilsen boşanınca, arkana bakmadan gideceksin. Bu yolculukla veda ettiğim ilişkim ise bir yaz aşkı düzeyi; hani uzun vadede bağlanamayacağını, yürütemeyeceğini bildiğin bir ilişki misali; üzerine düşünmeyince, derinlerine bakmayınca dünyaları ayaklarına seren ama aslında titrek, her an sönmeye yüz tutmuş bir birliktelik. Diyorum ya; eksik işte, bu mükemmel şehir bana eksik, al senin olsun, belki senin kaderindir.
Kaç kez yeniden yeniden vardım bu şehre hatırlamıyorum ve kaç kez düşündüm bu aşkı güçlendirmeyi ama korktum, vazgeçmek zorunda olduklarım izin vermedi bana. Bir yanda kürkçü dükkanım, bir yanda tanımaktan korktuğum bir yabancı. Tanımaktan korkuyordum çünkü siz de bilirsiniz, her şehir güzeldir yaz aylarında, tatil zamanlarında, yormaz seni, ama elbet kış gelir, bir bakmışsın yine koşturmaca, eleştirdiğin on binlerce laf, söz, politika. Zor güzel arkadaşım zor, bana zor, dışarıdan bakıp bu Türkiye de yaşanmaz ya hu, demek kadar kolay değil, ha bana kolay diyorsan, buyur gel, burası seninle de paylaşır bir kaç gecesini ama unutma tanıdıkça çirkinleşiyor her şehir.
Anladım ki bir şehri sevmek için, sevdiğinle çıkmalısın o şehri keşfe, olağanüstü güzel evler de olsa, ve yürümekten keyif aldığın mükemmel caddeler, kahvesine aşık olduğun cafeler, o ev boşsa ve sen yalnızsan, kahveni ve yürüyüşünü sevdiğinle paylaşamıyorsan neyleyim soğuk binaları, hafif hafif tenime dokunan yağmuru, yumuşacık tatları… Sevdiğin kürkçü dükkanındaysa dükkan dökülüyor olsa da fark etmez, seve seve döneceksin oraya, seve seve dükkanı sahiplenecek, nefret ede ede seveceksin. İşte bu yüzden bu şehri sevemiyorum, sahiplenemiyorum, biraz gönül eğlendirdim, şimdi veda ediyorum, hesaplarımı kapatıyor, hoşçakal öpücüğü veriyorum.
Bu bir veda yolculuğu… Son bir kahve, son bir otobüs bileti, son bir tren, son bir gece, son bir kadeh, son bir merhaba…